İnsanlık, İnfak ve İHH

0

Etiketler: , , , , , , , , ,

İnfak, harcamak demek. İslami literatürde ise çok daha geniş bir anlamı var; malını Allah yolunda sarfetmek, mal ile cihad etmek, yoksulu doyurmak, çıplağı giydirmek, kısaca malını hayır yolunda harcamak.

İnfak, müslümanın boynunun borcu. Kur'an-ı Kerim'de bununla ilgili çok net, çok çarpıcı ayetler bulunuyor. En etkileyicisi Tevbe Sûresi 34-35. ayet:

"Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!"

Görüldüğü gibi parayı biriktirip, fakire fukaraya dağıtmayan için elem verici bir azap korkutucu bir şekilde müjdeleniyor. Biriktirirken bunu sürekli akla getirmek lazım.

Dünyada mevcut gelir dağılımı sisteminde çok büyük bir dengesizlik olduğu hepimizin malumu. Kapitalist sistem eleştirilerinde sürekli dile getirilen gelir adaletsizliği, dünya nüfusunun küçük bir yüzdesinin sürekli zenginleşirken, çok büyük bir yüzdesinin sürekli fakirleşmesi gibi temcit pilavı gibi tekrar tekrar dile getirilen gerçekleri bir de burada benden dinlemeyin, gerek yok. Ben olaya iktisadi veya sosyolojik açıdan değil, daha çok İslâmî açıdan yaklaşıyorum.

Müslümanların bir kısmı sürekli zenginleşirken, obeziteyle boğuşurken, en lüks arabalara binerken, en pahalı kıyafetleri giyerken, Somali'de, Cibuti'de, Kenya'da, Etiyopya'da müslüman çocukların açlıktan kırılması benim çok ağırıma gidiyor. Son birkaç gündür önüme konan yemeği yerken sanki o çocuklar sürekli bana beddua ediyormuş, yediğim lokmalar o çocukların bedduasıyla boğazımda takılıp kalacakmış gibi hissediyorum. Kahvaltıda niye az çeşit var, sofrada neden taze ekmek yok diye anneme şımarıklık ettiğim zamanlar geliyor aklıma. Çocukluğumda babamın pazardan aldığı ucuz ayakkabıları beğenmeyip, biraz daha yaşım ilerlediğinde bir çift Nike ayakkabıya döktüğüm paralar geliyor aklıma. Ben utanıyorum şahsen, hiç olmazsa o hisleri hala kaybetmemişim. Ama sizi bilmem.

Müslüman, komşusu aç yatarken karnı toksa utanandır. Bırakın Cibuti'yi, apartmanımızda Kırgızistan'daki zulümden kaçıp gelen komşularımız var, aylardır evlerine et girmiyor. Ben yemekteki et miktarını beğenmezken komşularımın çocuğu etin kokusuna hasret. Nasıl utanmayayım?

Yapılacak hiçbir şey yok mu peki? Utanıp duracak mıyız sadece? Yapılacak çok şey var aslında, çok. Hiçbir şey yapmayıp, bilgisayarımızın başından bile kalkmayıp buraya tıklayarak İHH'nın sitesini incelemek aslında yapılacak sürüyle şey olduğunu gösterecek bizlere.

  • İHH sayesinde Afrika'ya yardım yapabiliriz.
  • İHH sayesinde Ramazan ayında yardıma muhtaç ailelere yardım yapabiliriz.
  • İHH sayesinde dünyanın herhangi bir yerindeki bir yetime sponsor olup ona her ay belli bir miktar yardım gönderebiliriz.
  • İHH sayesinde Afrika'da katarakt hastalığıyla boğuşan insanların ameliyat masraflarını karşılayabiliriz. Bir kişinin katarakt ameliyatı masrafı sadece 120 TL.
  • İHH sayesinde yapacağımız yardımlarla kuraklıktan kavrulan Afrika'da su kuyusu açtırılmasını sağlayabiliriz.
  • İHH sayesinde kurban bayramında kurban kesilmesine ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasına vesile olabiliriz.

Görüldüğü gibi yapılacak çok şey var. Hepsine üşeniyorsanız veya durumunuz bu yardımları yapmaya müsait değilse AFRIKA yazıp 3072'ye gönderirseniz, İHH aracılığıyla Afrika'ya 5 TL yardımda bulunmuş olacaksınız. Hiç olmazsa açlıktan kırılan bir çocuğa bir öğle yemeği ısmarlamış olursunuz.

Ben kendi adıma yarın Rabbin huzurunda bu göbeğimin, yanlarımdaki yağlarımın hesabını nasıl vereceğimi düşünüp duruyorum. İnananlar; siz bu durumdan hiç mi rahatsız değilsiniz?

Hiçbir şey yapamıyorsanız, yapmak istemiyorsanız bu yazımı veya İHH'nın linklerini Facebook, Twitter, MSN gibi platformlar üzerinden paylaşın. Belki dünyadan haberi olmayan hayır sahiplerinin gözünü açmış oluruz.

Lütfen, insanlığınızın kaybolmadığını ispat edin artık.

Tespitler Alemi #4

0

Etiketler: , ,

Belki tamamen tespitlerden ibaret bir yazı olmayacak ama idare edin. Tespitlerin arasına tespit olmayan şeyler de serpiştirdim biraz. Başlayalım:

  • Dün akşam nöbetçiydim, yani bölük nöbetçi subayı. Gecenin bir yarısı telefon geldi, AMT denen gece timinin çavuşu, "Komutanım, nöbet kulübelerinden birinden aradılar, bir yerlerden kazma kürek sesi geliyormuş, gidip bakalım mı?" diye sordu. Meraklandım, "Gidin bakın, bana da haber edin bekliyorum" dedim. Az sonra aynı asker arayıp gülerek durumu anlattı. Yağmurun ve eriyip damlardan düşen karların sesini kazma-kürek sesi sanmış Mehmetçiğim. Girmişler iki kişi kulübeye, kazma-kürek sesi sandıkları yağmur ve damlardan düşen kar sesleri arasında titreşiyorlarmış. Bu da benim en komik askerlik anılarımdan biri işte.
  • Şu askerlik yaptığım yerde bir Allah'ın kulu da tezkere alırken, "Askerlik iyiydi, bize çok iyi davrandılar, hepsine hakkımı helal ediyorum" diyerek gitsin. Hepsi vatana, bayrağa küsüp, tüm komutanlara hakkını haram edip ayrılıyor. Yani tüm sorun askerde mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?
  • Şu Şırnak'ta güven atışı yapan yüzbaşıyı cidden savunanlar var. "O adam atışına güvenmese öyle şey yapmaz," diye savunuluyor. Türk milletindeki "insanı kutsallaştırma"nın cılkının çıkarılmasının en güzel örneklerinden biri karşımızda. Bu kutsallaştırmadır. Bir kişiyi, iyi bir asker diye kusurdan beri görmek kutsallaştırma, ilahlaştırmadır. O zamanki emrindeki askerlerden biri de çıkıp "Komutanım asla sektirmez" diye demeç vermiş. Aferin. Şimdi bir de oradaki askerler bu durumdan rahatsız değillermiş gibi görünüyorlar diye, az önce bahsettiğim asker böyle demeçler verdi diye "Oradaki askerler bundan rahatsız değil işte, niye üzerine gidiyorsunuz adamın?" diye savunulacak, savunuluyor da. Oradaki askerlerin cahillikleri bu hareketi mazur gösterir mi peki?
  • Askerde "patlakçılık" diye bir şey var. Arkadaşlarını komutanlara şikayet eden askere "patlakçı" deniliyor. Bu sayede komutanlarının desteğini arkasına alan asker birçok şeyden (ictima, eğitim, spor, çarşı kilitlenmesi) yırtıyor. Ama tüm arkadaşlarının da nefretini üzerinde topluyor. Hani komutanların askerlere ızdırap olduğu kesinlikle ortada ama askerler biraz da bu ortamı kendi kendilerine çekilmez hale getirmiyorlar da değil.
  • Hiçbir şirketin CEO'sunun, yönetim kurulu başkanının, genel müdürünün, yönetici sıfatındaki herhangi bir tecrübeli çalışanının kafasına kalem fırlattığına, bağırıp çağırdığına ve hatta küfrettiğine rastlamadım. Ama TSK'da buna rastladım. Altmışlı yaşlarında bir general, bir sürü albayın arasında, ellili yaşlarındaki çoluk çocuk sahibi kıdemli bir albaya hakaret edebiliyor, kafasına kalem fırlatabiliyor. Subaylık işte böyle onurlu bir meslek.
  • Kurtlar Vadisi'ndeki kadınların hemen hepsi gerizekalı. Evet, bildiğiniz gerizekalı. Dizinin eski versiyonunda da, şimdiki Kurtlar Vadisi Pusu'da da dizideki kadın karakterlerin hepsi akılsız, beceriksiz, çekilmez, gerizekalı karakterler. Az önce savcı rolündeki bayanı herifin teki satırla öldürüyordu, Polat Alemdar arkadan gelip herifi vurdu, savcı hanım hala diyor ki, "Niye önce bacaklarına sıkmıyorsun, niye öldürüyorsun, her sinirlendiğinde birini mi öldüreceksin, madem öyle taşıma silahı!" Yani böyle bir olay gerçek olsa ve ben Polat Alemdar olsam çeker bir de o kadını vururdum orada. Mal mıdır nedir!
  • Bende genel bir hafıza problemi var. Ya da şöyle söyleyeyim, eskiyle ilgili, çocukluğumla ilgili "ilk"lerin hiçbirini hatırlamıyorum. Bazı arkadaşlarım "ilk dinlediğim şarkı, ilk okuduğum kitap, ilk izlediğim film," diye kendi aralarında birbirlerine ilklerinden bahsederken ben hayretler içerisinde "Nasıl hatırlıyorsunuz lan?" diye delleniyorum. Hakikaten nasıl hatırlıyorsunuz? Benim hafızamda mı bir problem var, yoksa sizi Melik Duyar mı yetiştirdi? Az önce bir sitede, "İlk ne zaman ağladınız (bebekliğiniz hariç) ?" diye bir soruyla karşılaştım. Oha artık!


  • Haydi hoşçakalın.
  • Tespitler Alemi #3

    3

    Etiketler: , , ,

    Doğrudan tespitlerime geçeyim en iyisi:

    • Son zamanlarda çok güzel filmler izledim. Filmleri size tavsiye etmeden önce söylemem gereken bazı şeyler var. Etrafımdaki çoğu insanda "eski film" fobisi var. Fobiden çok ön yargı demek daha doğru olur. Adama film öneriyorum, ilk sorduğu soru şu: "Kaç yılının bu film?" Bu soruya 1990 öncesi bir cevap verirsem, "Off çok eski ya izlenir mi o şimdi?" tepkisi alıyorum. Bu ön yargılara sahipseniz tavsiyelerimi dinlemeden terk edin blogumu! Neyse, tavsiyelerimi sıralıyorum: Monty Python and The Holy Grail, Modern Times, Gold Rush ve Ben-Hur. Yıkın ön yargılarınızı ve izleyin. Pişman olmazsınız.
    • Ordu evinde böyle küçücük, çok sevimli bir barımız var ve kutsal ordumuzun değerli mensupları bu barda alkol ihtiyaçlarını gideriyorlar. Asteğmen arkadaşlarımızdan biri de her gece o alkolü ağzıyla değil de ismi lazım olmayan diğer bir organıyla içiyor ve odamıza gelip saçmalıyor, bağırıp çağırıyor, bizi koridora sigara içmeye davet ediyor. O arkadaşa gülümseyip, sırtını pışpışlayıp odasına gönderirken insanın bazen ne kadar sabırlı olabildiğini fark edip şaşırıyorum. Ağzınızla içseniz keşke şu meredi.
    • İnsan hayatında farklı farklı ortamlarda farklı farklı insanlarla tanışıyor değil mi? Okul hayatında, iş hayatında, askerlik hayatında hep farklı ortamlar. İşte o ortamlar içinde en çok özlediğim lise ortamı oldu be okur. O samimiyeti, o arkadaşlığı ve o dürüstlüğü başka hiçbir ortamda bulamadım. Ne üniversitede, ne iş ortamında, ne askerlik ortamında...
    • Bir önceki yazımda hayatta hemen her alanda geç kaldığımı anlatıp kendimi acındırmıştım hatırlarsanız. Şimdi de beceriksizliklerimden bahsetmek istiyorum. Fiziki olarak beceriksizliklerle bezenmiş biriyim ben. Yüzme bilmem, futbol oynamayı beceremem, basketbol oynamayı hiç beceremem, koştuğumda çok komik koşarım, elim kolum bir garip yerlere gider, araba kullanmayı bilmem, bisiklete veya motosiklete binerken tedirgin olurum, başkaları gibi şov yapamam, karda koşarak kaymaktan korkarım, denesem de kesin otururum kıçımın üstüne, merdiven trabzanlarından kaymayı beceremem, ondan da korkarım, elma soyamam, karpuz soyamam, domates doğramaya kalktığımda o domatesi salçaya çeviririm, bulaşık yıkamaya kalksam üç tane tabağı on dakikada falan yıkarım... Daha sayamayacağım, gözlerim doldu şu an. Bazı insanlar bu beceriksizliklerini anlatarak sevimli gözükmeye ve böylelikle prim yapmaya çalışırlar ya, işte o insanlardan da oldum olası tiksindim. Ben bunların hepsini, hiç olmazsa bir kısmını becerebilmek istiyorum arkadaş. İnsan domates doğrayamaz mı yahu?
    • Askerde çok komik şeyler oluyor gerçekten. Hani askerde mantık yoktur derler ya; subaylar genelde kızar tabi bu lafa ama öylesine doğru bir laf ki... Bir albay düşünün, ısrarla bir emir veriyor, siz aslında o emri dolaylı da olsa, başka bir şekilde yerine getirdiğinizi anlatsanız da sizi dinlemiyor, o emri yerine getirmenizi tekrar emrediyor, emri yerine getirecekken de "Ne gerek vardı zaten bu işi şu şekilde yapmıyor muydun?" diye soruyor. Burdan şunu anlıyoruz ki adamın ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Adam dediğim kişi Türk Ordusunun koskoca albayı...
    • Hani bazı insanlarda şöyle bir mantalite olur ya: "Ben o kadar sıkıntı çektim, babam bana çocukluğumu yaşatmadı, o zaman benim çocuklarım da çeksin o sıkıntıyı." Bu saçma sapan mantık sadece cahillikten kaynaklanmaz. Üniversite bitirmiş, doktora yapmış bir asteğmen düşünün ki kendi çektiği sıkıntıların aynısını kendinden sonra gelen asteğmenlerin de çekmesi gerektiğini düşünsün. Bunu açıkça dile getirmese de sözlerinden, hal ve hareketlerinden anlıyorsunuz adamın fikirlerini. Şimdi anlıyor musunuz neden en çok lise ortamımı özlediğimi?
    • Ezel gibi Türk dizileri pıtırak gibi çoğalmalı. Daha tutarlı senaryolarla, daha oturaklı oyuncularla, daha da kusursuzlaşarak tabii ki...
    • Aynı şekilde Çocuklar Duymasın, +18, Aşk ve Ceza, Küçük Kadınlar gibi diziler de hızla azalmalı. Lütfen...
    • Bir asteğmen arkadaşa diyorum ki, "Ahmet Kaya bir şarkısında çok güzel 'piç' diyor, öyle güzel oturuyor ki adamın ağzına." Adam başlıyor Ahmet Kaya'ya sövmeye. Konuyla alakasını çözemiyorum. Adam Ahmet Kaya'ya sövmeye yer arıyormuş meğer. İşte böyle bir mantık var gençlerimizde. Kedi canını ben onların...
    • Galiba askerliğini asteğmen olarak yapan herkeste Kemalist olma şartı aranıyor. Beni gözden kaçırmışlar ama galiba. Ben bu kadar tek tip adamı bir arada görmedim. Numunelik bir tane farklı adam görsem Erzincan'ın en güzel restoranında yemek ısmarlayacağım kendisine.
    • Erzincan demişken, hayatımda gördüğüm en işlevsiz şehir Erzincan sanırım. Hiç ama hiç yaşanası bir yer değil. Temmuz ayından sonra kısmetse bir daha da uğramak istemiyorum buraya. Erzincanlı arkadaşlarım alınmasın ama memleketinizi hiç sevmedim. Erzurum'umun gözünü seveyim be...
    • Hoşça kalın.

    Halil Sezai Paracıkoğlu

    0

    Etiketler: , ,

    Facebook'ta bir arkadaşımın sayesinde keşfettim kendisini. Son zamanlarda duyduğum en güzel seslerden biri ve belki son zamanlarda duyduğum en içten yorumlamaya sahip biri. Böyle adamları pamuklara sarıp saklamalıyız. Bunların sayısı çok az, kıymetini bilmeliyiz. Böyle adamları başımızın üstünde taşımalıyız. Beni en neşeli hallerimde bile bu denli derde efkara sürükleyen adam sayısı çok az çünkü. Gerekli böyle adamlar. Saklayalım böyle adamları. Kendimi tekrarlıyorum farkındayım ama cidden çok etkilendim. Siz de dinleyin, siz de etkilenin.

    Tespitler Alemi #2

    0

    Etiketler: , , , , ,

    Merhabalar sevgili okur. Uzun zaman sonra yeniden buradayım. Yeniden birlikteyiz falan demiyorum çünkü birkaç kişilik bir okur kitlem varsa da geçen zaman içerisinde sanırım onları da kaybettim. Canım sağolsun, kendim çalar, kendim oynarım artık.

    Askerdeyim. Nerede olduğum önemli değil, ama askerliğimi yedek subay (asteğmen) olarak yaptığımı bilmeniz yeterli (Hala bir kitleye seslenme inadındayım). Artık tespitler aleminde askerlik anılarımdan da bahsedeceğim kısa kısa.

    • TSK hayranı değilim, hiçbir zaman da olmadım. Askere gidene kadar en kral milliyetçi olan, askere gittikten sonra TSK'ya sonradan küfürler yağdıran, fikri tamamen değişen kitleden de değilim. Ama burada insanların dönüşümünü canlı canlı izleyebiliyorum. Subay üniforması giydiği için önce gururlanan, zaman geçtikçe ne kadar rütbeli varsa hepsinin sülalesiyle cinsel temasa girme arzularını sıralamaya başlayan bir sürü adam gördüm. Keşke böyle olmasaydı. Dün akşam askerin biri intihara kalkışmış, suratını parçalamış. Keşke o çocuk bu hale gelmeseydi de... Neyse... Söyleyecek o kadar çok şeyim var ki... Ama şimdilik susmak zorundayım.
    • Keyifsiz başladık, konuyu değiştirelim. Geçenlerde tuvaletteyken subay ya da astsubaylardan biri tuvalete girdi ve pisuvarda işerken 10. yıl marşı'nı ıslıkla çaldı. Ben de kapısı kapalı tuvalette, alafrangada onu dinleyerek geçirdim vaktimi. Sonra gitti, kim olduğunu göremedim.
    • Orduevleri çok ucuz bildiğiniz gibi. 10 Kuruş'a çay içiyorum burda. Sonra çarşıya iniyorum ve 1.5 TL'ye çay içmek o kadar zoruma gidiyor ki anlatamam. "Bu paraya kendimle birlikte 15 kişiye çay ısmarlardım lan" diye geçiriyorum aklımdan, sinirlerim bozuluyor. TSK insanı bir yandan da pintileştiriyormuş, bunu öğrendim.
    • TSK insanı pintileştiriyor, evet. Geçenlerde bir astsubay abimiz de bu tezi şöyle doğruladı: "Bu subaylarda rütbe arttıkça ceplerindeki akrep de büyür. Teğmenle, üsteğmenle yemeğe gittiğinde hiç düşünmeden hesabı kendisi öder, ama albaylara kolay kolay hesap ödetemezsin." Canlı örneğini gördüğüm için hak verdim abiye. Albay okurlarımın (oha!) zoruna gitmesin, ama hakikaten öyle böyle pinti değiller.
    • Tepemizde bir komutan var; ismi, rütbesi, makamı falan hiç önemli değil, Allah düşmanımın başına vermesin. Erinden albayına kadar önüne gelene küfürler savurabilen bir amca (tahmin ettiğiniz gibi general, evet). Hatta kendi şoförüne yemek yemediği, aç karnına arabayı kullandığı için ana-avrat-sülale dümdüz söven bir amca. TSK böyle paşalar sayesinde ayakta, kendisiyle gurur duyuyoruz.
    • Konuyu değiştiresim var, aklıma hep sıkıcı şeyler geliyor askerlikle ilgili.
    • Galatasaray için Kadıköy'de Fenerbahçe galibiyeti ne ise, Fenerbahçe için de Türkiye Kupası aynı anlamı ifade ediyor sanki. Kadronuz, performansınız, moraliniz ne kadar iyi olursa olsun olmuyor. Peki Fenerbahçe ve Galatasaray Kadıköy'de Türkiye Kupası finali oynarsa neler olur?
    • Her düğünde mutlaka suratını asıp halay çeken, kesinlikle ağırbaşlılığından ve ciddiyetinden taviz vermeyen abiler; bir de sırıtarak, gömleğini göbeğini dağıtarak, kafasına kravat bağlayarak şebeklik yapan, böylece düğündekilerin eğlencesi olan, insanların birbirini dürterek gizli kahkahalarla alay ettiği abilerden vardır. Bu iki abinin olmadığı düğüne ben düğün demem.
    • Bir de yine düğünde oynamaktan utanan, kanını kaynatan bir şarkı başladığında ise kalkıp kalkmamak arasında kalan, tam şarkının sonlarına doğru bir gazla kendini sahneye atan ve çılgıncasına oynamaya başlayan, müziğin bitmesiyle kolları havada kalan bahtsız abiler var ya... İşte o abileri ben çok severim.
    • Ferhan Şensoy'un Pardon filmini izlediğimde sevmiştim, "İyi film olmuş" deyip geçmiştim. Geçenlerde televizyonda yayınlandı ve tekrar izledim. Bir sahnesinde Duman'ın Manası Yok şarkısı çalmaya başlayınca, "İyi şarkıymış bu bulalım da dinleyelim" dedim ve oturdum pc başına. Şarkıyı indirdim, sözlerine baktım, filmin konusunu tekrar düşündüm ve önce böylesine derin manalı bir şarkı yaptığı için Kaan Tangöze'ye, sonra da bu şarkıyı filminde kullanarak cuk oturtan Ferhan Şensoy'a hayran kaldım. Şarkıyı dinleyin ve sözlerine bakın, filmi de izlediyseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Gerçi bu şarkı ve film arasındaki anlam bağını benden başka herkes zaten yıllardır biliyordur. Ben yine geç kalmışımdır her şeyde olduğu gibi.
    • Evet, kendimi bildim bileli her alanda geride kaldım arkadaş. Bir şarkı duydum, "Vay anasını iyiymiş bu be" diye heyecanlanıp arkadaşlarımla paylaştım. Baktım ki arkadaşlarım sıkılmış bile o şarkıdan. Herkesin konusunu unuttuğu filmleri ben hep çok sonradan izledim. Hala da herkesin, istisnasız herkesin (bırakın az abartayım gaza gelmişken) izlemiş olduğu birçok filmi de izlemedim. Mesela çocukken de arkadaşlarım bisikletin üzerinde parendeler atarken ben 12 yaşımdan sonra falan bisiklet sürmeyi öğrendim. Hiçbir zaman da onlar gibi hokkabazlıklar yapamadım bisikletle. Niye böyle geri kalıyorum ben de bilmiyorum. Ama bir yerden yakalayacağım şu hayatı sevgili okur. Sen de göreceksin...
    • Al Pacino'nun oyuncu olmadan önce mafya babası falan olmadığını bana kimse kabul ettiremez. Carlito's Way'i de daha yeni izledim ve bu fikrim iyice güçlendi. Evet, Al Pacino denen herif oyuncu olmadan önce pis işler çeviren serserinin, mafyanın tekiydi bence.
    • Seda Sayan'ın programının ismi Sabah Sabah Seda Sayan ya hani... Bu isimde sanki böyle bir bıkkınlık, böyle bir lanet olsunculuk, "sabah sabah çekilir mi şimdi Seda Sayan" havası seziyorum. Yıllardır bu sezgimi hiç dile getirememiştim, bu da oldu sonunda.
    • Hayat çok acaip çok. Evet ne kadar basit bir şey söylediğimin farkındayım ama hakikaten hayat çok acaip, çok şaşırtıcı. 27 yaşımı bitirdim, şimdiye kadar hep bir şeylere şaşırmakla geçti hayatım, aynı tempoyla şaşırmaya devam ediyorum. Ölürken de bir şeylere şaşırarak öleceğim galiba.
    • Şimdilik hoşçakalın...

    Hangisine İnansak

    3

    Etiketler: , , , ,

    Aşağıdaki linkte Mustafa Kemal Atatürk'ün TBMM V. Dönem 3. Yasama Yılını Açış Konuşmaları bulunuyor. Konuşmalar uydurma değil, bizzat TBMM'nin tarihçesinden...

    http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm

    Konuşmanın bir bölümünde şöyle diyor Atatürk:

    "Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.(Alkışlar)"

    Ayrıca şimdi yıllar önce Milliyet gazetesinde okuduğum bir Can Dündar yazısı geldi aklıma:

    http://www.milliyet.com.tr/2006/10/30/yazar/dundar.html

    Bu yazıda da yine Atatürk'ün şu sözlerine yer verilmiş:

    "Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)
    "Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)
    "Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..)
    "... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..."

    Ancak aynı Atatürk'ün arşivlerde şöyle fotoğrafları da mevcut:








    Bunların da haricinde Atatürk'ün dinle ilgili övücü birçok özlü sözü (“Türk milleti daha dindar olmalıdır... Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum.” gibi) kulaktan kulağa dolaşıyor. Ancak yukarıda TBMM'nin tarihçesinde geçen konuşmanın kaynağı ve fotoğraflar, diğer kulaktan dolma sözlerin kaynaklarından daha sağlam gibi gözüküyor.

    Şimdi bunların hangisi gerçek, hangisine inanalım? Yorum sizin...

    Ahmet Çakar ile Vandalizm

    2

    Etiketler: , , , , , ,

    Dün gece Türk futbolu açısından tarihi bir gece yaşadık. Bir Galatasaraylı olarak sevindim elbet Fenerbahçe'nin böyle bir hezimet yaşamasına. Bir futbolsever olarak da 3 büyüklerin haciz koyduğu şampiyonluğa başka birinin daha talip olması beni mutlu etti. Kendisinden pek hoşlaşmadığım Turkcell Süper Lig son şampiyonu Bursaspor'u canı gönülden tebrik ediyorum. Ancak konu tam olarak bu değil. Benim olayım bambaşka.

    Kanaltürk'te Telegol'ü izliyorum maçtan sonra. Fenerbahçeli holiganların Kadıköy'ü yerle bir etmelerinin haberi veriliyor son dakika haberi olarak. Pek sayın Ahmet Hocam kelimesi kelimesine olmasa da özetle şunları diyor:

    "Şimdi şöyle bir şey söyleyeyim teşbihte hata olmaz, kimse beni yanlış anlamasın. Bu evlat acısına benziyor. Fenerbahçeli taraftarlar kimseyle kavga etmiyor, bu bir dışavurum. Sinirle ne yapacaklarını şaşırdılar. Türk polisinin bugün daha toleranslı ve anlayışlı olması lazım."

    Yani böyle taşkınlıkların hoşgörülmesi gerektiğini, Fenerbahçe taraftarının aslında kimseyle kavga etmediğini, evlat acısı yaşadığını ve bu acısını dışa vurduğunu, polisin taraftarın sırtını pışpışlayıp, "Abi yapma yakışmıyor sana, gel hele senle bir sigara içelim, bir sakinleş" diyerek hoşgörü ve tolerans göstermesi gerektiğini söylüyor.

    Milletin camını çerçevesini indirip Bağdat Caddesi'ni savaş alanına çevirecekler, birbirlerini yaralayıp kendilerini hastaneye taşımaya gelen ambulansları bile taşlayıp şoförü kaçırtacaklar, sonra vay efendim "tolerans", vay efendim "hoşgörü"...

    Holiganizme ve vandalizme böylesine hoşgörü gösteren, böylesine anlayışlı yaklaşan sayın Ahmet Çakar kendi evinin camı da bir taşla inseydi aynı hoşgörüyü ve vakarı gösterebilecek miydi merak içerisindeyim.