Beyin Yaşı Ölçücü

0

Etiketler: , , , ,

Garip bir flash sitesiyle karşılaştım bu sabah.

http://flashfabrica.com/f_learning/brain/e_brain.html

Sitede flash ile yapılmış çeşitli zeka testleri var. Testlerin sonucunda beyin yaşınız ortaya çıkıyor.

İlginç olan, her testte beyin yaşımın gerilemesi. Önce 34 iken, bir sonraki testte 23, bir sonraki testte 20 çıkınca endişelenmeye başlayıp testleri terkettim. Kendimi bir an Benjamin Button gibi hissettim.

Bir de siz deneyin bakalım neler olacak.

Bir Mizah Katili Olarak Günümüz DJ'i

0

Etiketler: , ,

Radyo dinleme kültürüm hiçbir zaman olmadı, olamadı, bundan sonra da olacağını pek sanmıyorum. Radyo dinlemekten kastım sadece şarkı dinlemek değil, dj muhabbetlerini de -hatta de bağlacını kaldıralım, özellikle dj muhabbetlerini- dinlemek.Zaten radyo dinleyecek bir ortamım, yol boyunca radyo dinleyecek bir arabam da olmadı. Laf aramızda hala ehliyetim bile yok.

Konuyu fazla saptırmadan şuraya gelmek istiyorum: Radyo kültürümün olmamasından hiçbir zaman şikayetçi olmadım. Zira arkadaşlarımın arabasında falan birkaç kez dj sohbetlerine denk geldim ve hiçbir zaman anlam veremedim (Burada absürd mizahın çağdaş temsilcileri Cenk ve Erdem Beyleri konu dışında tutmak istiyorum). Yapılan kalitesiz espriler ve peşinden dayatılan kahkaha efektlerinin samimiyetsizliği, her radyo dinleyişimde suratımda engelleyemediğim bir somurtmaya neden olmuştur.

Ancak ortada bundan daha büyük bir sorun var. O da şudur ki; mizah anlayışına gerçekten inandığım ve espri zevkimin genellikle paralel olduğu birçok arkadaşımın bu dj'leri özellikle dinlemesi ve bana ballandıra ballandıra anlatmasıdır. Hatta aynı arabada aynı dj'i dinlerken benim suratımdaki o malum somurtmaya karşılık arkadaşımın yüzündeki anlamsız gülümseme de bu sorunun başka bir boyutudur. Kendimden şüphe duymaya başlarım o anda. "Bu adamla aynı esprilere gülerdik, şimdi ne oldu da o gülüyor ben gülmüyorum?" diye sorgulamaya başlarım ve bu sorgulama o anda tüm içsel paradokslarımın önüne geçer. "Bende mi bir sorun var acaba?" veya "Ben çok mu önyargılıyım acaba?" sorgulamaları da bunun hemen peşinden vuku bulur.

Fakat bu konu üzerine çok düşündükten sonra önyargılı olmadığımın, espri anlayışımın değişmediğinin kararına vardım. Nasıl vardığımı boşverin, vardım işte. Ancak bu karara varışım sorunu çözümlememe yetmedi. O bir kenarda hala duruyor. Arkadaşlarım hala tam vaktinde radyoyu açıp dj'i dinleyerek şuh kahkahalarını atmaya devam ediyor ve ben hala her dj sesi duyduğumda somurtmaya devam ediyorum.

Aslında bu somurtmamın bir sebebi de "samimiyetsiz kahkaha efekti"dir. Bu konuya ise başka bir yazıda değineceğim kısmetse.

Yine de tüm bunların ötesinde, Cenk ve Erdem Beyler haricinde bir iki dj'in hakkını yemek istemiyorum. Bazıları işini cidden fena yapmıyor, esprileri de yazımda genel olarak bahsettiğim dj'lerinki kadar kalitesiz değil. Ama yine de bana o efektteki gibi kahkaha attıramıyorlar.

Hepsi bir yana, ben sabahın köründe uyanınca konuşmaya mecalim yokken, konuşsam bile sesim çatallı çatallı iğrenç bir şekilde çıkarken, o dj'ler o saatte nasıl oluyor da o şekilde enerjik olup, o ses tonuyla program sunabiliyorlar? Hep şunu düşünmüşümdür enerjik dj sesi duyduğumda: "Akşam kaçta yattı acaba?"

Son olarak, Nihat Sırdar isimli dj'den hiç hazzetmem lakin bazen öyle güzel, öyle orijinal türküler çalıyor ki, uykumu kaçırıyor adam. Kalkıp oynayasım geliyor.

Yumruk, Riya ve Faşizm

1

Etiketler: , , ,

Değişim diye bir şey var ya hani; kuyruklu yalan. Değişim diye bir şey yoktur: döngü vardır. Bu kadar da büyük büyük konuşuyorum evet. Değişim dediğimiz şey döngülerin içindeki ayrıntılardan ibarettir sadece. O ayrıntılar da kişilerdir, mekanlardır vs.

Şiddeti Orta Asya'dan bu yana seviyoruz da, siyasete karşı kullanılan şiddeti Mesut Yılmaz'ın Budapeşte'de yediği yumruktan bu yana unutmaya başlamıştık. Ama döngü değişimi yine alt etti ve yumruk yıllar sonra bu kez önce eski DTP başkanı Ahmet Türk'ün, ardından da Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın burnunda patladı. Bu kadarla bitmedi, döngü yine başgösterdi ve o zamanlar Mesut Yılmaz'a "oh olsun" diyen cühela zihniyeti bu kez de aynı "oh olsun"u Ahmet Türk ve Taner Yıldız'a karşı kullandı (Bu oh olsun diyenler arasında eski bir bakan olduğunu da minik bir anekdot olarak belirteyim). Tabi araya ufaktan değişim sosları serpiştirildi, cühela zihniyet biraz da faşizmle süslenerek kendisini bizlere servis etti.


Bu blogda çok fazla siyaset konuşmayacağım (ilk yazımın konusunun siyaset olması beni de endişelendirmedi değil), konuşsam da herhangi bir kişi veya parti odaklı siyaset yapmayacağım. Beni bilenler siyasi görüşümü az çok bilirler zaten. Ancak yazdığım tüm yazılarda olacağı gibi siyaset konuştuğumda da hakkaniyeti gözeteceğim. "Tarafsızlık, objektiflik" kavramları bana artık birer safsata gibi geliyor. İsmail Kılıçarslan'ın da dediği gibi, "Objektif fotoğraf makinesinin bir parçasıdır, o kadar." Belki çok klişe, etkisiz bir söz olacak ama, elimden geldiğince hakkaniyetli davranıp, tarafsız değil, hakkın tarafında olmaya çalışacağım.


Şimdi burada ne Ahmet Türk'ü, ne de Taner Yıldız'ı savunacağım. Ancak yumruğun muhatabı ve yumruğu atan kim olursa olsun ortada kabul edilemez bir şiddet unsuru var. Fikirlerini meşru ortamlarda belirtemeyen faşist ve cühela zihniyetin son çaresi olan şiddet unsuru. Bunu savunmak, düşüncesizce "oh olsun" demek faşizmin doruk noktasıdır.

En çok da şunu merak ediyorum: Bugün Türk'e ve Yıldız'a atılan yumruk yarın Deniz Baykal'a, Devlet Bahçeli'ye, Kemal Kılıçdaroğlu'na, Onur Öymen'e atılsa sessizliklerini mi koruyacaklar, yoksa çıkıp "bu yumruk cumhuriyete, laikliğe atılmıştır" diyerek evlerine bayrak asarak, cumhuriyet mitingleri düzenleyerek seslerini mi duyuracaklar? Her ne kadar riyakarlıklarını bilip sonuçları tahmin etsem de bunu gerçekten merak ediyorum. Ancak merakımın giderilmesi için elbette ki kimsenin yumruk yemesini istemiyorum. Elhamdülillah faşist değilim.

Önsöz

2

Etiketler: , ,

Önsözleri hiç sevmedim. Şimdi buraya bir başlangıç yazısı yazmam gerekecek ve ben gereklilikleri de hiçbir zaman sevmedim. O yüzden bu gerekliliğin başlığına sevmediğim bir başka gerekliliğin ismini verdim.

Çoğunlukla yazmaya vakit bulamayan biri olsam da ara sıra ihtiyaç duyuyorum ve yazacak bir alanın eksikliğini hissediyorum. Gidip evde deftere de yazabilirim tabi ama bu da benim zevkim. Buraya yazmak istiyorum, bunun başka açıklaması yok.

Peki ne yazacağım? Herhangi bir kategoriyle sınırlamıyorum blogumu. Aklıma ne gelirse. Yaşadıklarımı, gördüklerimi, düşündüklerimi, fikirlerimi, başkalarının fikirlerini... Blogumun kapısı beynimden ve gözümün önünden geçen her şeye açık.

Başlamadan önce blogumun isim babası sevgili arkadaşım Erdem'e de teşekkürlerimi sunarım. Onun da bir blogu var, onu da yetim bırakmayın, onu da okumak için buraya tıklayın.

Haydi hayırlı olsun cümle aleme.